İhtiyaçlar, sahip olma, mutluluk ve refah seviyesi üzerine.

Geriye doğru gidelim: 50 yıl, 100 yıl, 300 yıl, 1000 yıl, 10 bin yıl. O dönemlerden birisini alıp bugüne getirseydik muhtemelen delirirdi.

Siyah beyaz ve günde birkaç saat televizyon izleyen birisi koca koca ve bol özellikli televizyonları, binlerce kanalı görünce, ne yapardı?

Tarlasını tırpanıyla biçen, öküzü ile süren bir çiftçi bir traktör ve bağlı alet edevatla bir ayda yaptığı işin birkaç saatte bittiğine tanık olsa, ne yapardı?

Köyünden şehire belki bir günde giden birisi, dünyanın istediği köşesine bile istediğinde bir gün bile sürmeden ulaşabileceğini bilse ve hatta götürsek, ne yapardı?

Bir kaç çeşit besinle tüm hayatını geçiren birisini bir süper markete soksak, ne yapardı?

Ordusunun başındaki kumandanı, bugünkü askeri olanakları gösterseydik, ne yapardı?

En fazla mum ışığında akşamını geçiren kişi, ışıl ışıl şehri görünce, ne yapardı?

Et yiyebilmek için av peşinde koşan birini bir kasaba götürsek, ne yapardı?

Temel amacı örtünmek olan insanı, çok katlı bir giyim mağazasına soksak, ne yapardı?

Şimdi bir de bunun tersini düşünelim. Tabi ki gideceğiniz geçmişe göre yapacaklarınız ve sorumluluklarınız değişecektir. Ama 50 yıl ile 50 bin yıl öncesi arasında çok ciddi farklar görmeyeceksiniz. Neler değişebilir?

Sadece elektriğin, motorun olmadığını düşünelim. Buna bağlı binlerce çeşit cihaz olmayacak, binlerce çeşit iş de olmayacak. Sadece cep telefonunu hayatımızdan çıkardığımızı bile düşünmek çok garip.

Buradan geleceğim nokta şu: ihtiyaç diye düşündüklerimiz, gerçekten ihtiyacımız mı? Bunlar karşılandıkça daha mutlu ve müreffeh miyiz?

Eskiler bugün bizim sahip olduklarımıza sahip olmadıkları için daha mı mutsuzdu? Daha az mı müreffeh bir yaşamları vardı?

Peki biz sürekli gelişen dünya, teknolojik gelişmelere rağmen daha müreffeh bir hayat mı yaşıyoruz?

Önceden beslenme, barınma ve giyinme temel ihtiyacı oluştururken bugün de aslında durum çok farklı değil. Belki iletişim ihtiyacı eklenebilir buna. Yaptığımız iş, yaşadığımız, girip çıktığımız çevreye göre ihtiyaçlarımızın sürekli değiştiğini varsayıyoruz. Giyim ihtiyacımız evde farklı, yatakta farklı, spor yaparken farklı, işte farklı, okulda farklı, haftasonu farklı, mevsime göre kendi içinde farklı derken, belki daha evvel koca bir ailenin kıyafetlerini koyduğu bir ufak dolaba bugün evin küçük çocuğunun kıyafetlerini sığdıramayız.

Bir zamanların insanının tüm ihtiyaçlarını toplasak farz edelim 100 kalem olsa, bugün 1000 kalem sayabiliriz sanki. Vallahi ben sıralamaya kalkmaya korkuyorum. Eğer yaşınız biraz varsa, kendi ilkokul döneminizle, şimdiki çocuğun sahip oldukları ile kıyaslayabilirsiniz. Bizim için 1 tane kırmızı kalem bile lüks bir ayrıntı olarak yer alırken, bugün çocuğun hem kalem kutusu diye bir eşyası var, hem de bunun için rengarenk ve çeşit çeşit kalem olmazsa olmazdır. Peki daha iyi mi yazı yazıyorlar yahut daha iyi mi resim yapıyorlar?

Günde kaç reklam görüyoruz, okuyoruz, izliyoruz? Vardır herhalde bir araştırma ama ben yüzlerce gördüğümü farkediyorum.

Sürekli olarak ihtiyacımız artıyor. Buna inanıyoruz. Eğer sahip olmazsak, kendimizi eksik ve mutsuz hissediyoruz. Sonrasında daha gelişmişi, bize sunulan haliyle daha kalitelisi çıkartılıyor ve ona sahip olmazsak yine eksik hissediyor ve mutsuz oluyoruz. Bu pazarlama anlayışına hiç farkında olmadan esiriz. Evde çalışan tüplü televizyonumuzu bir an evvel LCD, Plazma yahut LED ile değiştirmek istiyoruz.

Aslında sahip olmak ve sahip olduğumuzu göstermek üzerine kurulu bir düzenin esiriyiz. Bu telefonda GPS var diye satın alıyoruz ama koordinat hakkında pek fikrimiz olmuyor. 6 GB RAM’i var diyoruz ama bu RAM ne işimize yarayacak onu pek bilmiyoruz. 14 MP çözünürlük bizi etkiliyor ama bu çözünürlük ne işe yarar allaşkına diye soramıyoruz, sorsak bile pek bileni bulamayız, adamlar yapmışsa iyidir. Makine HD film çekiyor, araba dört çeker, bunun düğmeleri İtalyan, gore-tex özellikli, blu-ray oynatıyor, 3G’si var, anti-bakteriyal, nano-teknoloji …derken  içimizi bir sevinç dolduruyor.

Sonra markalar devreye giriyor tabi. Bizi farklı statüde hissettiren markalar. O markanın ürününe sahip olunca daha afili oluyoruz. Bunun için daha fazla ödemeye razıyız. Ürünün ihtiyacı karşılaması ölçütümüz olmaktan çıkmıştır. Daha kaliteli diyerek kendimizi kandırma kolaycılığına düşüyoruz.

Hayatımız sahip olma çabası ile geçiyor ve sadece sahip olmak için çalışıyoruz. Çünkü sahip olunacak çok şey var ve biz sahip oldukça yeni sahip olunması gerekenler çıkıyor.

Sahip olup kullanmadığınız yahut ne işe yaradığını bilmediğiniz eşyalarınızı değerlendirmek ister misiniz? En son ne zaman giydiğinizi hatırlamadığınız bir gömleğinizi dolapta bulacaksınız, hiç okumadığınız bir kitap kitaplığınızda duruyor, bilmem ne özelliğini hiç kullanmadığınız ama sırf onun için daha yüksek bedel ödediğiniz cihaz…

Dünyada bir tüketim çılgınlığı var-mış. Tersi olmasın sakın: bir üretim çılgınlığı.