Türkiye’nin nefretle imtihanı. Amaç bir Türkiye nefretini beslemek mi?

Bu ara kafama çok takılmaya başladı. Özellikle sosyal medyada da Türkiye’ye dönük sürekli pompalanan bir şey var: Nefret!

Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Kürtler üzerinden örneklendireceğim.

Mesela kendi çevremde de sürekli karşılaştığım, hatta değişik ortamlarda konuştuğum ve yazıştığım çok kişide gördüğüm hastalıklı hale gelmiş bir Erdoğan nefreti var. Bu siyasi olarak ona karşı olmanın çok dışında ve hatta zaman zaman o bağlamdan koparılan bir nefrete dönüşmüş durumda. Siyasi eleştirinin tamamen dışında ismiyle ve açık açık bir nefret.

Biraz geçmişe gidelim. Yaşı yetenler hatırlar. Erdoğan İstanbul’a belediye başkanı olduğunda (1994) ufak ufak başladı. Ülkeye şeriatın gelmesi, ülkenin İranlaştığı gibi konuların gündemden hiç düşmediği günler. Refah Partisi ile başlayan bu süreç bir süre sonra gittikçe güçlenen ve Erdoğan üzerinde cismanileşen bir operasyona dönüştü. Genelde konuştuğunuz zaman bunu Erdoğan’ın başlattığını, toplumu ayrıştırdığını söylerler. Hakikaten öyle mi? Göreve başladığı günlerden itibaren sürekli üstüne gidildiği, sosyal medyanın olmadığı o dönemde bile medya eliyle fake haberler yapıldığı, durmaksızın tekrarlanan uydurmalar, ithamlarla zaman içinde şahsına karşı bir tepki sosyolojisi yaratıldığı, kurduğu ve hatta iktidar olduğu partisinin kapatılması için kırk takla atıldığı dönemleri hatırlamak gerekir. Tabi tüm bu süreçte Erdoğan’ın ellerine çeşitli veya eski konuşmaları ile koz verdiğini de söylemeden olmaz.

Belediye başkanlığı zamanla başbakanlığına, oradan cumhurbaşkanlığına dönüştü. İşte bahsettiğim nefret bu dönemlerde tomurcuklandırıldı. Erdoğan siyasal olarak güçlendikçe güçlendi. Kendisine karşı sosyoloji bir nevi yenilgilerin sürekliliği ile daha kemikleşirken, kendi tarafında da bir başka kemik bir kitle toplandı. 2002 sonrası ekonomik iyileşmeler ve artan refah kendi çevresindeki kitleyi genişletti. Ama aynı süreçte karşısında yer alan kitlede, başarılarının ve hiç seçim kaybetmemesinin de etkisiyle istememezlik, sevmemezlik, siyasi görüş farklılıkları kronik bir nefrete evrildi. Hem ülke içinden, hem ülke dışından bu duygular yavaş yavaş işlendi. Erdoğan gitsin de, nasıl giderse gitsin, gerekirse ülke bile batsın aşamasına geldiler. Son geldiğimiz noktada Batı medyası olsun, Arap medyası olsun, açık açık Erdoğan ismi üzerinden operasyon çekiyor. Ukrayna’nın kırsal bir bölgesinde karşılaştığım bir Amerikalı bile, Türkiye güzel ama Erdoğan kötü, şeriatçı ve diktatör diyordu. Elbette Erdoğan ve çevresi tüm bu süreçte hatalar da yaptı. Böyle büyük ve organize bir saldırıyla mücadele etmeye hazırlıklı olmanız ve tam bir strateji geliştirmeniz pek mümkün değildir. Ki siz bu konuda gerekeni yapıyor olsanız bile ortak hareket ettikleriniz her zaman hata yapmaya meyillidir.

Mesela gelinen noktada ağzıyla kuş tutsa, bu yine değişmeyecek. Kişisel olarak aldığı kararlar, yaptıkları kimilerinin çok işine geldiği halde, buna rağmen değiştirelemeyen ve dönüştürülemeyen bir nefret haline dönüştü. Özellikle bu nefrete sahip kişilerin sürekli benzer kanallardan haber ve yorumları takip etmesi, aynı yalanları, sloganları sürekli tekrarlamaları da bunu gösteriyor. Aslında bir ara bunlara da değinmek istiyorum. Öyle salak argümanları var ki, karşımdaki bir gerizekalı mı diye düşündürüyor. Burada tekrar hatırlatayım: yaptıkları, söyledikleri, politikası üzerine getirilen eleştirilerden bahsetmiyorum. Mesela benim eleştirimi bile nefret içermediği için eleştiri olarak görmüyorlar, çok hafif kalıyor.

Tabi Erdoğan, bu süreçte kendi kitlesini daha dik tutmak, kontrolüne almak için söylemlerini de keskinleştirdi. (Bakın o konuşmaları ben de dinleyemiyorum, sığ buluyorum) İşte kronik karşı kitle, nefreti Erdoğan’ın başlattığı ve hatta yaydığına, toplumu ayrıştırdığına bu söylemlerini göstererek kendilerini bu durumdan sıyırıyor ve uluslararası operasyonu zaten hiç görmüyorlar, hatta bunu görmediği gibi, Batı ile aynı düşüncede olduklarını görmeleri doğru yolda oldukları konusunda bir kendinden eminlik veriyor. Ama işin aslının öyle olmadığını yukarıda verdim. Düşünün ki, sürekli üstüme gelecekseniz, yapmadığım aklımdan geçmeyenlerle bile beni itham edeceksiniz, beni zorda bırakacak fake haberler üreteceksiniz, hiçbir siyasi sorumluluğunuz olmayacak, şahsıma ve aileme dil uzatacaksınız. Sonra ben buna cevap verdiğim zaman tu kaka olacağım. Nefret üretiyor olacağım. Ha ikstirin ordan!

Nefret sürekli pompalanıyor. Başta ana muhalefet lideri olmak üzere, muhalif medyadan tutun, uluslararası medya ve kuruluşlar kanalıyla da bu yapılıyor. Servis edilen yalanlar hızla dolaşıma sokuluyor; tüm bunlar Erdoğan ve işin aslı daha çok Türkiye aleyhinde kullanılıyor.

Eğer ben gibi farklı sosyal medya kanallarını ve uluslararası olanlarını kısmen bile takip ediyorsanız bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Mesela artık Türkiye demiyorlar, hedefte direkt Erdoğan var. O karşılaştığım dangalak Amerikalının söylediği gibi; Türkiye iyi de Erdoğan kötü.

İşte bu karşıt kitlenin yenemedikleri Erdoğan nefretinin zaman içinde, içerde bir Türkiye nefretine dönüşmesini görebiliyor musunuz? Yani Erdoğan nefretini yavaş yavaş kendi insanına, devlet kurumlarına, toplum davranışlarına ve sonunda ülkeye doğru evrilmesi. Yaşanmaz bu memlekettecilerle başladı. Üstelik bunu kendilerinden bizzat duyduklarımın tamamının tuzları da kuru. Üzerinde düşünmek gerek.

VE KÜRTLER

Türkiye geçmişte bu konuda çok hata yaptı, bunu baştan kabullenelim.

Ancak özellikle son 20 yılda Kürtler üzerinden oynanan oyuna nihayet aydık. İlk olarak PKK ve benzeri terör örgütleri ile Kürt kimliğini ayırmayı nihayet başarabildik. Devlet, açılım sürecinde bazı hatalar yaptı gibi görünse de, amacına ulaştı ve o süreçte bu ayrımı topluma kabul ettirdi.

Böylece daha önce ısrarla ve sürekli pompalanan Kürt Sorunu artık bir terör sorunu olarak tanımlandı. Kürtler bu sorunun öznesi olmaktan çıktı. Ancak geçmişte yaşanan sorunların kalıntılarını kaldırmak, izlerini silmek daha uzun bir süre gerektiriyor. Hem Kürtler, hem de Türk toplumu üzerinde.

Bireysel düzlemde Kürt olduğu için sorun yaşayanlar olmadığını söyleyemeyiz. Ancak genel olarak ülkede etnik kimliğinden ötürü değil, topluma ayak uyduramamaktan kaynaklı sorunları kimlik düzeyine indirenler olduğunu görüyoruz. Mesela adam toplum içinde yüksek sesle telefonla konuşuyor, Kürtçe de konuşuyor. İkaz ettiğiniz anda bu sanki Kürtçe konuşmasına bir tepki gibi sunuluyor. Geçmişteki o saçma ve salakça yasağın bugüne yansımaları bunlar. 90’larda ben bu yasaklara saçma dediğim zaman kızıyorlardı. Onlara 80 öncesi sol-sağ çatışmalarının ne kadar salakça olduğunu örnek veriyordum.

Ben açık açık şu ana kadar kimsede bir Kürt nefreti görmedim. Her kesimden bir sürü arkadaşım oldu, bir sürü de Kürt arkadaşım oldu. Bulunduğumuz ortamda Kürtlerle alakalı ileri geri, ırkçı temelde konuşan birine ben Kürdüm dediğiniz anda zaten kıvırtıyor. Aslında içindeki teröre karşı olan nefreti Kürtlere karşı sanıyor. O eşitlemeden halen kurtulmayanlarımız var maalesef. Belki garip gelebilir ama çok milliyetçi gördüm ama ırkçı bir Türk hiç görmedim.

Mesela en son Suriye’de gerçekleştirilen Barış Pınarı Operasyonu, uluslarası medyada Kürtlere Soykırım olarak sunuldu. Bununla alakalı sosyal medyada düzinelerce fake haber yapıldı ve fake fotoğraflar kullanıldı. Türk ordusunun kimyasal silah kullandığına dair bir sürü gördüm. Beğeni ve paylaşımlar ise anormal sayılardaydı. Tepkiler ise isim vererek hep Erdoğan üzerinde toplanmıştı. Kiev’de yapılan o minicik eylemde bile bunu gördük.

Gelmek istediğim noktaya geleyim. Ortada bir Kürt nefretinin olduğuna dair yüksek dozlu propaganda yapılıyor. Buna kimi Kürtlerin geçmişten, yahut bireysel düzlemde yaşananlardan verdiği örnekler şişiriliyor da şişiriliyor. Evet Kürtleri kimlikleri üzerinden kullanıyorlar. Kürt kimliğini sömürülerine bir temel, Türkiye’ye karşı yükseltilecek nefretin bir unsuru olarak kullanmak istiyorlar. Yoksa Kürtlerin kara kaşına kara gözüne hayran filan değiller. Kürtler üzerinden prim yapmaya, onların sırtından bir ‘özgürlük savaşçısı‘ pozu verme gayretindeki Batılı unsurları doğru okuyabilmek lazım.

Gördüğüm, sosyal medyada bu manada aktif, köken olarak Kürt olanların profillerine baktığımda hep karşıma Avrupa ülkelerinde yerleşikler çıkıyor. Son operasyonla birlikte Suriye ve İran Kürtleri de olaya dahil edildi.

Bu kişiler ve Avrupa’da yerleşik Türkiye Kürtleri de bu söyleme odun taşımaya devam ediyor. Kürt olduğu için hep zorluk içinde olduklarından, Türklerin Kürtlere baskı uyguladığından filan sürekli bahsediyorlar. Artık çok eskide kalmış ve belki artık hiç tekrarlanmayan hataları günyüzüne çıkarmaktan tutun, aslında işlediği suçtan ötürü ceza almasını, Kürt olmasına bağlamaya kadar birçok şeyi görebilirsiniz.

Ekonomide, siyasi kararlarda, hukukta ülkemizde o kadar çok hatalar var ki. İşte bu hataları, yanlışları argümanlarına temel oluşturarak içerideki nefreti büyütmek için çaba gösterenlere prim vermemeyi öğrenmemiz lazım. Bizim negatif hislerimizi kabartmalarına, akli kararlar almamızın önüne geçmelerine müsaade etmemeliyiz. Erdoğan gidecekse sandıkta biz götürürüz, Kürtler de bu ülkenin vatandaşı, sen kim oluyorsun denyo diyebilmeliyiz.