“Hoşçakal Türkiye, beni kaybettin!” diyenler haklı mı?

Son dönemde özellikle sosyal medyada ve ağırlıklı olarak Twitter’da pasaport fotoğraflarını veya gittikleri ülkelerde çektirdikleri fotoğrafları paylaşarak ülkeden ayrıldıklarını imalı olarak anlatanları görüyoruz.

“Türkiye bir mühendis kaybetti, Almanya bir kurye kazandı”, “3 dil bilen beni kaybetti, Afganlıları kazandı” vs gibi çok sayıda mesajı görüyoruz. Mesajlar aslında Türkiye’ye bir giydirme maksadıyla yazılıyor.

Kimisi buna hayırlı olsun, yolun açık olsun, beni de götür vs derken, kimileri de bu kişileri mücadeleden kaçan, vatanını sevmeyen insanlar kategorisine sokmakta.

Peki bu insanlar aslında ülkeyi terketmekte haklı mı?

Ben haklı veya haksız diyemem. Ama bu insanların ülkeyi terkederken böyle mesaj yazmalarına niye sebep oluyoruz diye sormak gerekir diye düşünüyorum. Yoksa kişi istediği yere gitmek ve orada çalışmakta özgürdür. Fakat hiç dönmeyecekmiş gibi, açıkca ülkeden nefret ettiğine dair imalar barındıran mesajları görmek beni rahatsız ediyor. Kişilere kızmaktan ziyade, biz bu çocukları nasıl bu hale getirdik diye düşünmeye yöneliyorum.

Evet, ben de ülke dışındayım ama bu arkadaşlar gibi, ülkede bilmem ne sorunlarını bahane ederek çıkmadım. Öyle denk geldi diyelim. Ülkeden benim de şikayetlerim çok fazla, hatta pandemi dönemi ile birlikte çok sert eleştirileri de yapıyorum; ama herhalde kimse benim ülkeye olan ilgimi ve sevgimi sorgulama cüretini giremez. Çünkü girmeye teşebbüs edenin ağzına en iyi ihtimalle tuvalet terliği ile 49 kez vurmaya hazırım. 🙂

2 sene öncesinde bir yazı yazmıştım buraya: Türkiye’nin nefretle imtihanı. Amaç bir Türkiye nefretini beslemek mi?

Son dönemde de farklı ortamlarda sürekli tekrarlıyorum: Türkiye’de milletle devletin arası açılmaya çalışılıyor. Halkın devletten nefret etmesi için herşey yapılıyor. Üstelik bu devletin bizzat kendi memurları eli ile oluyor. Bu zaman zaman polis olur, vergi dairesi olur vs. Ağırlıklı olarak da adalet personelleri ve savcılar eli ile oluyor. Ottan boktan sebepler bulunarak insanlara davalar açılıyor. Oktan boktan borçlar çıkartılarak, faiz yükü ile vatandaşlardan tahsil etmeye çalışıyorlar. Ottan boktan sebeplerle vatandaşa zorluklar çıkartılıyor. Şu son pandemi döneminde polislerin ottan boktan sebeplerle vatandaşa pandemi ihlal cezaları yazmaları bile aslında içinde bariz bir kastı barındırıyor. Gençlerin iş hayatına girmelerinin önü kesiliyor. Girenleri girdiklerine pişman edecek yükler yükleniyor.

Türkiye’de adalet eskiden de yoktu ama son dönemde iyice dip seviyeye ulaştı. Haram helal kavramı zaten sorunlu olan ülkede, iyice sorunlu olmaya başladı. Alatlı,”Her yasal hak helal değildir” ifadesini cumhurbaşkanı nezdinde tüm devlet görevlilerinin yüzüne karşı söylerken, bunun idrakine varan kişi sayısı çok az oldu. Halbuki bu tespiti , benim gözümde yüzyılın tespiti ve Türkiye’nin yeni bir medeniyet inşası yapabilmesinin yolunu işaret ediyordu.

Bunlarla birlikte ülke adına her türlü olumsuzluk öne çıkartılıyor, hatta yalanlara başvurularak milyonlara ulaşması sağlanıyor. Düzeltmeler sonradan gelse bile etkisi, yalanın etkisini savuşturamıyor. Bunların getireceği reytingin, reklam gelirinin farkında olan internet medyası, televizyonlar şişirdikçe şişiriyorlar. Bu ise, özellikle, ülkenin geçmişini bilmeyen genç kuşakları daha da olumsuz şekilde etkiliyor. Ayrıca yurtdışına bir şekilde kapağı atmış insanların mutlu mesut paylaşımları da cazibeyi arttırıyor.

Bu durumdaki gençlerin şunu bilmesinde fayda var. Özellikle sonradan yurtdışına giden kişilerin ya arkasında aileden gelen sağlam bir maddi desteği var; ya akrabaları var yahut mesleğini yurtdışında sürdürecek kadar dil bilgisi, hayat tecrübesi oluyor. Onun dışında, yurtdışında tutunmaları pek de kolay değildir. Yani hep başarı hikayeleri görüyorsunuz fakat bir de onun katbekat üstünde sürünme hikayeleri bulunmaktadır.

Peki yurtdışında bulunanlardaki bu kafa konforu nereden ileri geliyor?

Ukrayna’da da bu konuyu ikili görüşmelerimizde pek çok kişiye izah ettim. Öncelikle ve özellikle Türk tv kanalları ve haberlerini seyretmeyi ya hepten sonlandırıyorlar ya da giderek daha az takip ediyorlar. Aynı şekilde sosyal medyada da bu tarz haberlerle daha az muhatap olmaya başlıyorlar. Ayrıca yaşadıkları ülkelerin politik ve ekonomik sorunlarını da bizzat takip etmiyorlar. Bu zaman içerisinde bir kafa konforu getiriyor. Hele ki gelişmiş ülkelere gidilmişse bu ekstra bir konforu da beraberinde getiriyor. Yani, aslında kendisini direkt olarak ilgilendirmeyen, aslında toplumsal hayatın olağan akışında muhakkak karşılaşılan ama medya tarafından allanıp pullanarak sunulan olumsuzluklardan haberdar olmamaya başlıyorsunuz. Bu ise üzerinizde gereksiz yere oluşacak gerginlikten sizi uzak tutuyor.

Mesela mevsimsel olarak karşılaşılan bir sel felaketini öyle allayıp pulluyor ve sunuyorlar ki, sanki bir tek Türkiye’de yaşanıyor sanıyorsunuz. Kadına şiddet görüntüsünü defalarca ve uzun uzun gösterdiklerinde, hakkında uzun uzun tartışmalar olduğunda bunun çok yaygın ve süreklilik arzeden bir sorun olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. TV’lerde her akşam sikindirik bir konu üstünde saatlerce yapılan tartışmalardan kendini uzak tutamayan kişiler sadece bünyelerinde gerginlik biriktiriyor.

Bir gün, bana ülkenin yaşanmaz hale geldiğini, sürekli çocuklara tecavüz edildiğini söyleyen arkadaşa, ”Madem öyle söyle bana, ailen, akrabaların, komşuların şeklinde giden geniş bir çevren var: o kadar yaygınsa muhakkak bu kişilerin içerisinde de bu tecavüzcü ve vakalara denk gelmiş olman lazım. Oldu mu?

Ezcümle, ben gitmek isteyenlere kötü gözle bakılmasını hoş bulmadığım gibi, gidenlerinde giderayak bir ülke nefreti kusmalarını hoş bulmuyorum. Nihayetinde bir tutunamama durumu olduğunda dönecekleri bir ülkeleri var. Çok genç olanları, yaptıkları bu hatalarda bir nebzeye kadar anlayabiliyorum.

Sonuçta rızkı veren Allah’tır diyen bir kültürün mensuplarıyız. Eğer rızkınız dünyanın öbür ucunda ise gidip bunu alırsınız.