İstanbul, Havaalanı, Doğa

15 sene öncesinde orada yaşanır mı, şehirle ne ilgisi var dediğimiz yerler bugün ayrı bir kente dönüştü. Azıcık şehrin çeperine doğru giderseniz, bunu farkedebilirsiniz. Evet, nüfus haddini çoktan aştı. Gün içinde şehre gelip gidenlerle birlikte 20 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Şehir nerede başlıyor, nerede bitiyor artık pek çoğumuz kesin cevap veremiyor. Tuzla’dan Silivri’ye arabayla gittiğimde 138 km yol yaptığımı hatırlıyorum. Biraz geri gidelim: 30 sene önce birilerine bugünleri sorsaydık acaba size bugünün benzeri bir İstanbul’u mu anlatırdı? Ya 10 sene öncesi çok mu farklı olurdu? Peki eski planlara bakarsak farklı birşey görür müydük? Sanmıyorum. Yani kimse İstanbul’un bu derece obez olacağını beklemiyordu demek yanlış olmaz. 2000 yılında 8.8 Milyon, 2013 yılında 14.2 Milyon nüfusu varmış.

Sadece nüfus değil. Ülkenin ekonomik kalbi İstanbul’da atıyor. Bir taraftan dünya ile rekabet etmek isteyeceksiniz; diğer taraftan hayatı rölantiye alacaksınız; açıkcası bu pek mümkün değil. Anında geri kalmaya başlarsınız. İstanbul’un en büyük avantajı konumu ise dezavantajı ise genişlemeye olanak vermeyen dar bir arazisinin olması. Sonuç olarak şehir dokunulmaması gereken doğasından yiyor.

Modernleşme ve gelişmeden hep aynı mana çıkarıldığı süreçte, vazgeçmemiz gerekenlerin başında da hep doğa olacak. Daha çok sahip olmak adına, daha çok yemek adına… Bugün ne yaparsanız yapın bir şekilde doğaya zarar verirsiniz. Aman burası dağ taş, bir şey olmadığınız denilen yerlerde bile bizim pek farketmediğimiz bir ekolojik hayat muhakkak vardır. Doğayı ormandan, gölden; yeşillikler ve maviliklerden ibaret sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.

Son yıllarda ülkede pek çok insan şehirlerarası yolculuğunda için bile uçağa binmeye ve uluslararası uçuşlar yapmaya başladı. 12 yıl öncesine göre yolcu sayısı neredeyse 10 kat artmış. 2014 Mayıs sonu itibariyle ilk 5 ayda  Atatürk Havalimanı’ndan 7.4 milyonu iç hat, 14.7 milyonu dış hat olmak üzere 22.1 Milyon yolcu hizmet almış. 57 bin iç hat, 117 bin dış hat uçağı. DHMİ sitesindeki habere göre 1 Mayıs günü olan durum şöyle belirtilmiş:

2014 yılı Mayıs ayında Atatürk Havalimanı’nda 4.880.617 yolcuya hizmet verildi.  AHL, tüm zamanların kendine ait olan rekorunu 1 Mayıs’ta kırdı. İniş yapan 635, kalkış yapan 632 uçakla bir günlük uçak trafiği 1267,  aynı gün yolcu sayısı ise 130 bin 790 oldu.
Türkiye Geneli havalimanları yolcu sayısının % 46’sı İstanbul ‘da bulunan Atatürk ve Sabiha Gökçen Havalimanlarından hizmet aldı.

Kabaca 150 saniyede bir 1 uçak inmiş, 1 uçak kalkmış. Dünyadaki uçak hareketlerini canlı olarak takip etmek isterseniz tıklayınız

Sabiha Gökçen’den ilk kez yıllar evvel Antalya’ya gitmiştim. O zamanlar otoparkı bile ücretsizdi. Hani ne olursanız olur gelin buradan uçun durumları vardı. Şimdilerde ise Atatürk Havalimanı kadar yoğun olmasa bile gittikçe artan bir yoğunluğu gidiş gelişlerimde farkedebiliyorum. 10 sene gibi bir sürede onlarca kat artan bir trafik var. Atatürk Havalimanı’nı ise zorunlu durumlar dışında açıkcası kullanmak istemiyorum. VIP insan olmayıp fakir fukara kategorisinde bulunmaktan ötürü zamanlamayı yapmakta çok zorlanıyorum. Güvenlik kapılarından geçmek, hele ki mevsimlerden kış ise süre açısından iyice problem oluyor. Kuyruk uzadıkça uzuyor. Pasaport kuyruğu ise şansınıza kalmış. Bir anda önünüzde yüzlerce insanı bulabiliyorsunuz.

Hem mevcut trafiği yönetmekle alakalı bir sıkıntı başlamış; hem de zenginleşmek adına, stratejik üstünlük kurma adına dünyadaki mevcut trafikten pay almak için kapasitenizi arttırmak zorundasınız. Maalesef bunu da İstanbul’da yapmak durumundasınız. Sonuçta her ne olursa olsun doğa ile bir savaş başlatacaksınız. Şikayet ettiğimiz pek çok durumun çözümünün aslında doğaya biraz daha zarar vererek mümkün olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Uçak niye zamanında kalkmadı, niye çok sıra var, neyi bekliyoruz vs vs.

Belirli bir plan dahilinde gelişme, büyüme olmadığı için; bu kontrolsüz gelişmenin sıkıntılarını da hep birden yaşadık, yaşıyoruz ve daha çok yaşayacağız. Batı’nın yıllar evvel geldiği aşamaya yeni geliyor olmamız; üstelik plansız geliyor olmamızın sonuçlarıdır yaşadıklarımız. Bireysel olarak bu modern (!) taleplerimizin olmaması, genel olarak bu talepleri görmemize de engel olmamalı.

3. havalimanı faaliyete geçtiğinde oluşacak olan çevre tahribatı için şöyle bir bilgi buldum:

* 20 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanlık alanı,
* 70’ten fazla hayvan türünü,
* Sayısız endemik bitkiyi,
* İstanbul’a can veren su havzalarını,
* Proje alanı içindeki göl, gölcük ve göletleri
* Bölge Türkiye kuş göç yollarından birinin geçtiği rota üzerinde bulunduğundan çok sayıda kuş türünü
* Son tarım alanlarını, köyleri ve köy kültürünü yok edecek

Bununla birlikte en önemli etkilerinden biri kuş göç yolu üzerinde olmasından ötürü bekleyen tehditler üzerine daha detaylı bir yazı var.

Elbette kararlar verildi ve bu havaalanı yapılacak. İşlemler başladı bile. Artık bu havaalanı var iken doğa adına, çevre adına ne yapılabiliri düşünmeye başlamak lazım.

Ayrıca sıkı çevreci görünenlerin, bu modern(!) taleplere çözüm geliştirmeleri de gerekiyor. Olmasın demekle kalındığı sürece bir adım yol alınamadığı gibi, gerçekleşmesine istemeden destek bile olunuyor.