Restorasyon, restitüsyon, rekontrüksiyon.. bla bla bla

Son dönem İstanbul’unda eski yapılar üzerinde çok fazla çalışma yapıldı. Biz sokaktakiinsan olarak bunların hepsine “restorasyon” diyoruz; diğerlerini bırakın bilmeyi, telaffuz et desen, zorlanıyoruz. Söyleseniz, yazarken 3-5 tekrar ettiririz. Başlığa yazarken ben de Google amca aracılığıyla bir doğruladım açıkcası.

Son halini bilenler olarak karşımızda cillop gibi yapılar görmeye başlayınca bu sokaktakiinsancahilkafası boş durmuyor elbette. Hakikaten gerekli mi diye soruveriyor.

Yaşanan yapıların bakımdan geçmesini anlarım, kabul ederim. Buna işin aslı restorasyon diyorlar. Ancak yüzlerce yıllık eserlerde gerçekten yapılan şeyin restorasyon olduğuna dair şüpheler barınıyor. Bu konuda hayli miktarda haber ve makale bulabilirsiniz. Birileri karar veriyor ve yüzlerce yıl içerisinde esere katılan kimi öğeler yok oluyor. Taptaze bir yapı ile karşılaşıyoruz. Sözde kirden pastan arındırılıyor, kullanım ömrü uzatılıyor.

Birde yaşanmayan yapılar vardır. İstanbul surları buna örnek olabilir. Bir işimize yarar mı? Hayır. E o halde kaldıralım mı? Asla, elbette kastımız bu değil. Korumaya almak, dış etkenlerden kaynaklı tahribata karşı tedbirler almakla görüntüsünü değiştirmek arasındaki farkı pek ayıramıyoruz sanki. Hadi şurayı restore edin dediğinizde sanki yeniden yapıyorlar gibi bir yapı karşımıza çıkıyor. Halbuki o görünen son haline hiç dokunmadan, ekstra malzeme kullanmadan olduğu gibi korunması yetmez mi? Yahut bizim öyle sanmamız aslında gerçek manada bir restorasyon değil mi? Örnekle devam edersem Sultanahmet’teki Örme Sütun çok gözüme batmıştı. Evet, sütunun üstüste konularak örülen taşları, sütunun yüzeyi zaman içinde gerek doğa, gerek insan kaynaklı tahribat geçirmişti. Ama restorasyon öncesinde görünen son haliyle zaten manidardı. Hani, yahu şuraya manasız bir sütun dikelim deseniz işte bunu dikerdik durumu olmuş şimdilerde.  Biz aslına döndürdük deseler, aslı zaten öyle değilmiş, değerli metal kaplamaları nerede diye sorarım? Yok yıkılmasını engelledik deseler, yok daha neler derim.

Zaman zaman ise bir vakitler var olan; ama bir şekilde göçüp gitmiş yapıların yeniden yapımı konusu var. Rekonstrüksiyon bu olsa gerek. Bu konuda da ihtiyaç baz alınmalı aslında. Böyle bir yapıya gerçekten ihtiyaç var mı? Mesela Mevlevihaneler yeniden yapılıyor. Mevlevihane olarak mı kullanacağız? Hayır. Sahi niye yapıyoruz? Eskiyi mi canlandırıyoruz hakkaten, yoksa komik mi oluyoruz? Tamam arazisini değerlendirelim ama illa aynı yapının kopyasını yapmak zorunda mıyız? O zaman öyleymiş, becerebiliyorsan şimdinin dönemini yansıt!

Dönüp dolaşıp geldiğim nokta: illa el atmak zorunda mıyız? Bırakalım zaman kendi tahribatını yapsın. Dokunarak hepten tahrip etmek daha mı iyi? Özellikle çeşmeler, malum üzere tamamen işlevsiz. Estetik değeri olmadığı halde bile sokağa bir tat veren çeşmelerimizi insan tahribatından koruyabilsek yeterli, üstüne usta, restoratör tahribatı eklemenin ne manası var?