Odessa Gezi Notları

Kiev’den çıkarken şehir zaman zaman bastıran yağmurun etkisindeydi. Yolculuk boyunca şimşek çakmalarını görüyor, zaman zaman otobüsün camına sağanak yağmurun sert damlaları vuruyordu. Hava durumunda Odessa’da öğlene kadar yağışlı göstermesi nedeniyle indikten sonra bir saçakaltında vakit geçireceğiz tedirginliği üstümdeydi.  Otele öğleden sonra gireceğimiz için aradaki boşluğu gezemezsek nasıl değerlendirebilirdik? Arada uyuyup, arada uyanarak her zaman ki gibi benim açımdan kötü olan bir otobüs yolculuğu Odessa‘ya ulaşarak nihayete erdi.

İndiğimizde korktuğumuz olmadı, yağmur yağmıyordu. Sabah 5 civarlarında otobüsten indik. Gerek haftanın yorgunluğu, gerekse otobüs yolculuklarının üzerimde bıraktığı uykusuzlukla karışık yorgunluğu taşıyarak şehir içinde yürümeye başladık. Henüz pek çok dükkân açılmamış ve sokaklarda sadece yolları süpürenlere rastlıyorduk. Şehirlerin, özellikle yaz günleri sabahları, tenhalığı ve serinliği bir başka güzel oluyor. Tren garının yakınlarında indiğimiz otobüsten şehrin merkezine kadar yürüdük. Rastladığımız ilk heykel aynı zamanda caddeye de (Puşkinska) adını veren yol üzerinde bulunan Puşkin’in oluyor. Puşkin Müzesi‘nin önünde yer almaktadır. Şehrin görülmeden olmaz eserleri barındıran gezi merkezine vardığımızda saat 6 civarları olmuş, güneş kendini hepten göstermiş ve sıcaklık da yükselmişti.

Uzun Puşkinska Caddesi boyunca yürümeye devam ettiğimizde yolun sonu bizi Odessa Şehir Salonu‘nu (Будинок Одеської міської ради) olduğunu öğrendiğimiz binaya götürüyor. Binanın yapılış tarihi 1828-1834. Mimarları Francesco Boffo ve Gregorio Toricelli. Binanın önüne gelmeden evvel çeşitli dünya şehirlerinin Odessa’dan uzaklığını gösteren bir anıtta İstanbul’un uzaklığının 620 km olduğunu öğreniyoruz. Sonra Sultanahmet’teki Milyon Anıtı aklıma geliyor. Onun üzerinde de Roma döneminde böyle mesafeler yazarmış. Benzeri pek çok şehirde olan böyle bir anıt neden Sultanahmet’e konmaz? Binanın ön kısmında ise ucu denize doğru yönelmiş bir top bulunmaktadır. Buradan limanı biraz seyrediyoruz. Güneş karşıdan vuruyor. Kiev ile karşılaştırınca hayli temiz bir şehir olduğunu konuşuyoruz. Kaldırımlar çok geniş, yolların asfaltı iyi; Sovyet artığı diyebileceğimiz binalar pek yok. Bir tatil beldesi havasında.

Lunniy Meydanı (Лунный сквер) bir park şeklinde. Hemen girişinde Odessa’da sıkça karşılaşacağımız Puşkin anıtlarından (Пам’ятник О.С.Пушкіну) bir başkası yer almaktadır. Bu park boyunca yürüdüğümüzde orta kısımlarında cam fanus içerisinde arkeolojik bir kalıntı görmekteyiz. Cam birleşmelerinin arasından içine atılmış, çoklukla kağıt 1 Grivna görüyoruz. Para atıp dilek dileme adeti nasıl çıktıysa artık?

Potemkin Merdivenleri

Bu tertemiz parkı devam ettiğimizde Potemkin Merdivenleri‘nin (Потьомкінські сходи) olduğu bölgeye geliyoruz.. Karşıdan yüzümüze doğru vuran güneş nedeniyle net bir fotoğraf alamadık. Aşağıdan yukarı doğru ise bu bir avantaja dönüştü. Merdivenlerin alt kısmında Odessa Film Festivali için kurulmuş sahne merdivenlerin haşmetini gölgeliyordu. Merdivenleri tekrar çıkarken sağ bölümde eski bir kalıntı dikkatimizi çekti ama ne olduğunu bilemedik. Merdivenlerin üst bölümünde meydanın ortasında ise bir heykel var. Richelieu Dükü‘ne ait; döneminin Fransız asıllı Odessa Valisi.

Richelieu Dükü Heykeli

Bu merdivenleri eğer izlemişseniz 1925 yapımı Sergei M. Eisenstein  imzalı ‘Potemkin Zırhlısı’ filminden de hatırlayabilirsiniz.

Aynı yolu devam ettiğimizde sütunlu yapısıyla geniş bir bahçe içinde yer alan bir bina karşımıza çıkıyor: Vorontsov Sarayı. Açıkcası ilk anda girişle ilgili sıkıntı olup olmayacağını düşünüyorum. Resmi bir bina havası mevcut. Bahçeye giriyoruz. Denize bakan yönde sarayın taraçası (belvedere) yer alıyor. Sütunları ve yapısı itibariyle hoş görüntüler barındırıyor. Üzerinden ağaçların müsaadesi ölçüsünde liman seyredilebiliyor. Bina da aynı şekilde bol sütunlu. Üzerinde yer alan Osmanlıca kitabeler göze çarpıyor. Deniyorum ama tarih dışında yazıyı anlamlı şekilde okuyamadım. Osmanlıca üzerine eğilmediğim için bir kere daha pişman oluyorum. Bu konuyu daha etraflıca araştırmayı sonraya bırakıyorum.

Vorontsov Sarayı Taraçası

Hemen yanıbaşında uzunca bir köprü var: Aşk köprüsü. Üzerinde pek çok ve çeşitli şekillerde kilitler yüksek köprü korkuluklarına asılmış. Evlenen çiftlerin uğrak yeri. Devamında yine düğün günü fotoğraf çektirmek için gelen insanlara özel hazırlanmış mekanlar ve üzeride bolca kilitin takılı olduğu kalp şeklinde bir anıt bulunmaktadır. Bu  kilitlerin zaman içinde köprüden sökülüp buraya taşındığı bilgisi mevcut.

Aşk Köprüsü

Buradan geri dönüyoruz. Henüz kahvaltı yapmadık ve hava da ısındı. Ukrayna’da kahvaltı ciddi bir mesele. Zeytin, peynirin olmadığı bir kahvaltı benim için birşey ifade etmiyor. Şehrin içine doğru yürüyoruz ama dükkânlar henüz açılmamış. Yolda geceden kalmış ve suşi yiyip şampanya içerek sabahı karşılayan 2 yabancı ve beraberinde 2 Ukraynalı kız olan grup bizi davet ediyor. Adamlar hayli neşeli. Anlayacağınız üzere halen sarhoşlar ve yoldan gelip geçenlerle kendi çaplarında muhabbet ediyorlar. Birinin Fransız olduğunu anladım da, diğerini pek anlayamadım. Neşeleri hayli yerinde. Onlar bizle konuşurken kızlar durmadan tıkınıyordu. Özür dileyerek katılamayacağımızı belirtip ve iyi eğlenceler diyerek yolumuza devam ettik.

Gündoğumu’nda Liman

McDonalds açık. Orada hem tuvaleti kullanıp hem de çay alıyoruz. Sonrasında fırından taze çıkmış bir kruvasanla idare ediyorum. Çaresizlik neler yaptırıyor insana. Ertesi gün kahvaltıyı otelin anlaştığı kahvaltı salonunda yapıyoruz ama ne kahvaltı. Üstelik bunu 200 UAH’a satıyorlarmış. Kötü yapılmış bir omlet ve bir sürahide demlenen çayla yetinmek durumunda kalıyorum. Öncesinde verdikleri ve kaşa olarak tabir ettikleri yiyeceğe dokunmuyorum bile. Sonradan gelen tatlımsı ekşimsi krepin tadı ise pek benlik değildi. Artık kahvaltının gerisini almadık bile. İngilizce, Rusça ve Türkçe olarak, ayrı ayrı ekmek istedim ama garson kıza birkaç dilim ekmek getirtemedim. Tam anlamadım ama kahvaltıya dahil değil gibi birşeyler söyledi. Ukraynalıların bu anlayışsızlığı ve garip damak tatları beni bitirecek hacı! McDonalds her zaman tıka basa kalabalık bu ülkede, neden acaba?

Deribasovskaya Caddesi Üzerindeki Pasaj

Otelin de bulunduğu Deribasovskaya Caddesi üzerindeyiz ve gezmeye başlıyoruz. Ufak ufak insanlar sokaklarda görünmeye başlıyor. Pek çok restoranın ve alışveriş mekânlarının olduğu caddeyi insanlar gezinti için tercih ediyor. Fotoğraf çektirme modasına arada uymak lazım diyerek birkaç kare de biz çektiriyoruz.

Leonid Utyosov Amca İle Hasbihal

Otele biraz erkence giriş yapıp dinleniyoruz. Tekrar kendimizi sokağa atıyoruz. Önce güzelce bir pizza yiyoruz. İtalyanlar olmasa aç kalacağız, teşekkürler İtalya. Çevreyi dolanıp Tarasa Şevçenka Parkı‘na doğru yürüyoruz. Futbol stadının da içinde olduğu devasa bir park alanı. Maalesef çevre pek temiz değil. Yol boyu denize giden ve denizden dönenlerle karşılaşıyoruz. Yol üzerinde kalevari bir yapı var ama ne olduğu tam anlaşılmıyor. Restorasyondan geçmiş olduğu belli. İnsanları takip edip limanın sonunda yer alan denize girilen kısma ulaşıyoruz. Bir yunus parkı da mevcut. Denize giren pek yok; kumsal değil, beton dökülmüş; dalgalar çok fazla, hırçın Karadeniz olayı burada da var. Çoğunluk güneşleniyor. Zaman zaman beton duvara vuran dalgalar yukarılara çıkıyor. Açıkcası, daha ilerideki kumsal bölüme yürüyecek enerjimiz de kalmıyor; çünkü bu yolun dönüşü var. Üstelik sıcaklık epeyce yükseldi.

Dönüşü başka bir yoldan yapıp, yol üzerinde Antalya isimli bir restorana uğruyoruz. Şüpheyle yaklaşsam da açıkcası birkaç birşey atıştırsak fena olmayacak diyorum. Menüde sarmayı görünce, var mı sorusuna evet cevabı gelince, istiyorum. Meğer konserve imiş. Sahibi Türk müdür, bilmiyorum ama lokantada konserve sunmak hangi aklın ürünü olabilir? En azından orada gün içinde içemediğimiz çayı içiyoruz; buna da şükür. Şehrin merkezine doğru giderken farklı sokaklara girip çıkıyoruz. Merkezde hareketlenme artmış. Sokak müzisyenlerinin sesi etrafta. Caddede biraz vakit geçirip yeniden odaya çıkıyoruz. Akşama kadar dinlenip, birde Odessa akşamını görelim istiyoruz. Sokaktan yine sokak müzisyenlerinin sesi geliyor. Bir tanesi saksafon çalıyor, ipod’undan geri plan müziğini de veriyor ama kullandığı hopörlerler nedeniyle ses tüm şehri kaplıyor sanki. Rahatsız edici. Nasıl müsaade ediyorlar, anlayamıyorum. Aslında niyetimiz akşam meşhur opera ve bale binasında bir gösteri izlemekti ama gösteri yokmuş. Boş boş yeterince dolanıp, dünya kupası 3.lük maçının ikinci yarısını sokakta izledikten sonra uyumak için tekrar otele dönüyoruz.

Hare Krishnalar bir anda caddeye doldular

Ertesi gün yukarıda bahsettiğim saçma kahvaltı faslı sonrasında otele dönüp eşyaları toparlayıp, çıkışımızı yapıyoruz. İstikamet yol üzerinde görmediğimiz birkaç anıtı görmek, daha ileri noktaya gidip şehri keşfetmek oluyor. Uzunca bir yay çizerek tekrar merkeze geliyoruz. Değişik binalar ve anıtlar görüyoruz. Odessa Arkeoloji Müzesi‘ne bilet alıp giriyoruz. Kişi başı 40 UAH (8 TL).  Dışarıdan ne kadar muhteşem bir bina ama müze eser bakımından fakir. Eserlerin sunumu, yerleştirmesindeki yetersizlik sırıtıyor. Elbette bu sözüme sebep İstanbul ve Antalya gibi arkeoloji müzelerinin aklıma gelmesi.

Odessa Arkeoloji Müzesi

Sonra tiyatro binasının oraya çıkıp gelin-damatları da izliyoruz. Limuzinlerle gezi ve belirli yerlerde olmazsa olmaz fotoğraf adetine Kiev’den aşina olduğum için yabancı gelmiyor. Muhtemelen aynı yaşlarda olan (20-22 gibi) gelin ve damatta, gelin ağır makyajla 5-6 yaş büyük gösterirken, damat çocuk gibi kalıyor yanında gözlemim burada da ortaya çıkıyor.

Balmumu Heykeli Müzesi‘de görmeden olmazlar arasında diyerek giriyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam 30 UAH idi giriş ücreti. 6 TL civarında. Bir kısım balmumu heykeller çok iyi iken, özellikle Hollywood yıldızlarının olduğu bölüm herhalde çırak işi olmalı. Evet, benzetmişler sadece.

Odessa Balmumu Müzesi

Aslında gezmemiz ve görmemiz gereken her yeri görmüş oluyoruz. Geriye sadece şehrin dışındaki bölgeler kalıyor ve onlar zaten bu gezinin planında yer almıyordu. Bu arada tramvaya biniyoruz, değişik parklara girip çıkıyoruz, pek çok heykelin ve anıtın fotoğraflarını çekiyor; çeşitli kiliseleri genelde dıştan seyrediyoruz; kimisinin içine girip çıkıyoruz.

Odessa çevresini ise bir başka gezide görmek umuduyla gün boyu gezmekten yorulan bacaklarımızı bir parkta uzun süre oturup dinlendirerek geçiriyoruz. Sonrasında otobüsün hareket saatine kadar yakın çevrede yürüyor ve Kiev’e dönüyoruz.